DİNK SUİKASTIYLA İLGİLİ ŞOK İDDİA!
Sabah Pazar yazarı Ferhat Ünlü, Hrant Dink suikastından sonra örtbas edilen ihmalleri yazdı.
SABAH Pazar yazarı Ferhat Ünlü, Hrant Dink suikastından sonra örtbas edilen ihmalleri yazdı. Ünlü, ilgililerce bilinen cinayette hangi kamu görevlilerinin ihmali olduğunu aydınlatacak evrakın saklandığını öne sürdü. İşte Ünlü'nün o yazısı:
Bir suikastın 'faili meçhul maktul' evrakı
Hrant Dink cinayeti, 19 Ocak 2007 tarihinde işlendi, ama o tarih itibarıyla sona ermedi! 2008 yılından beri devletin, Dink suikastıyla ilgili çok kıymetli evrakı faili meçhul cinayete kurban gidiyor. Bu evrak saklandığı için Dink de yeniden yeniden öldürülüyor
Müstakbel katil, el yapımı (Made in Trabzon) 8+1 mermi
kapasiteli silahın soğuk mekanizmasını belinde hissederek 1000
kilometre yol katetmiştir. Silah denilen alete o kadar yabancıdır
ki, taşıdığı tabancanın ağzında mermi olup olmadığını bile
bilmemektedir ve yaklaşık 15 saatlik yolculuğun bir molasında merak
edip, bunu kontrol etme ihtiyacı da duymamıştır. Müstakbel maktul
de, hayatına son verecek aletin, suikast için ta Trabzon'da hazır
edildiğinden bihaberdir. Maktul, bir cuma öğleden sonrası, Şişli
Halâskârgazi Caddesi'ndeki işyeri çıkışında arkadan üç mermiyle
vurulur ve olay yerinde ölür. Bu bir suikasttır elbette, maktul
Hrant Dink de Türkiye'de son 100 yıl içinde öldürülen 62.
gazetecidir. Ancak asıl cinayet, çok daha önceden işlenmeye
başlanmıştır ve 19 Ocak 2007'den sonra da işlenmeye devam
edecektir. Nasıl mı? Bugün biraz habercilik yapacağız ve Agos
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in ölümündeki bazı gizli
gerçekleri aydınlatan ipuçlarını sizinle paylaşacağız. Bir başka
deyişle bir suikastın karanlıkta kalmış yönlerinin üç boyutlu
portresini çizmeye çalışacağız. Paylaşacağımız ipuçları, kimi kamu
görevlilerinin, Dink'in ölümüyle ilgili olarak 'ihmal'in çok
ötesine geçen şeyler yaptıklarını, düpedüz suikasttaki ihmallerin
aydınlatılmasını önleyici tasarruflarda bulunduklarını gözler önüne
seriyor. Özetlersek, 2007'den beri devletin kimi evrakı faili
meçhule kurban gidiyor. Çok kıymetli evrak, resmen suikasta
uğruyor. Devlet içindeki bir 'paralel devlet' yapılanması bu evrakı
yedekliyor, yetkililerden saklıyor ve tahrif ediyor. Bunlardan en
önemlisi; 17 Şubat 2006 tarihli bir haber, yani istihbarat raporu.
Bu rapor, beş maddeden oluşuyor. Raporun 1. maddesinde Hrant Dink'e
yönelik ses getirecek bir eylemin yapılacağından söz ediliyor.
Ancak asıl önemli bilgiler sonraki maddelerde. Bu maddelerde kabaca
şöyle deniliyor: 2- Hrant Dink silahla vurularak öldürülecek. 3-
Suikastta kullanılacak silah Trabzon'da bir köyden temin edilecek.
4- Suikastçılar yakalanmamak için yanlarında telefon
taşımayacaklar. 5- Bu işi planlayanlar kafalarına koydukları şeyi
yapacak cinsten insanlar. Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube
Müdürlüğü'nce hazırlanan bu rapor Emniyet Genel Müdürlüğü
İstihbarat Daire Başkanlığı'na ulaştığında ne oluyor biliyor
musunuz? MİT krizinden sonra hükümet tarafından İstanbul Emniyet
Müdür Yardımcılığı görevinden alınan Ali Fuat Yılmazer'in (Gülen
Hareketi'nin bir kesimine yakın bir polis şefi olduğu biliniyor) o
dönemde başında olduğu C bürosunda takılıyor. Yılmazer, raporu
çekmecesine koyuyor, dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve
daire başkan yardımcıları ile paylaşmıyor.
Felsefecilere göz kırparak 'imdi' diyelim ve ilk soruyu soralım:
Yılmazer, bilmesi gerekenlerce malum suikast ihtimalini, amirlerini
dahi yanıltmayı göze alarak neden kulak ardı etti?
BAŞBAKANLIK'TAN RAPOR SAKLANIYOR
Daha
bitmedi. Hrant Dink suikastındaki ihmaller zincirini soruşturan
Mülkiye Başmüfettişi Mustafa Üçkuyu'nun bu raporla ilgili ilginç
tasarruflarına gelelim: Üçkuyu, Dink'in öldürüleceğini haber veren
raporun gönderildiği dönemde, yani Şubat 2006'da İstihbarat Daire
Başkanlığı görevini yürüten Sabri Uzun'un ifadesine 4 Kasım 2009'da
başvuruyor. Uzun, ilk ifadesinde, polis muhbiri Erhan Tuncel
kaynaklı haber raporunun dört maddelik kısmı kendinden gizlendiği
için özetle şöyle diyor: "Raporda 'Dink'e yönelik eylem yapılacak'
deniliyordu. Eylem, yumurta veya domates atma şeklinde de olabilir.
Sonradan öldürüleceğini o rapordaki bilgilerle kestirmek zor."
Sabri Uzun, 9 Kasım 2009'da Başbakanlık Teftiş Kurulu'na (BTK)
intikal ettirilen bu ifadeyi verdikten sonra raporun beş maddelik
asıl versiyonuna ulaşıyor. Tehdidin boyutunun çok farklı olduğunu
gösteren bu raporun kendisinden gizlendiğini anlayınca dehşete
düşüyor ve Başmüfettiş Mustafa Üçkuyu'dan tekrar randevu istiyor.
İkinci ifadeyi 4 Aralık 2009'da veriyor. Diyor ki, "Ben raporun
orijinal halini hiç görmemiştim. Orijinal halinde kesin bir suikast
tehdidi var. Bu rapor bana böyle yansıtılmadı. C bürosunda takıldı.
Benden özellikle gizlendi." Bu ifade alındıktan sonra olması
gereken ne? Daire başkan yardımcılarının ve daha önemlisi C
bürosunun başındaki kamu görevlisinin ifadesine başvurmak...
Başmüfettiş bunu yapmadığı gibi Sabri Uzun'un verdiği ikinciyi
ifadeyi, yani ifadenin asıl önemli kısmını BTK'ya göndermiyor.
Uzun'un ifadesi Aralık 2009'da BTK'ya gönderilmesi gerektiği halde
yaklaşık üç yıldır Mülkiye Teftiş Kurulu'nda. Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan "Dink suikastındaki ihmalleri ortaya çıkarın," diye talimat
verdiği halde bu işi yapmakla mükellef BTK'dan belge saklanıyor.
'Paralel devlet'in öncelikleri,devletin anayasal ve yasal
ilkelerinin önüne geçiyor. Can alıcı soru şu: Birileri Kafkaesk bir
biçimde suçunu bilmeden cezalandırılırken suç işleyenler neden
korunuyor? Edebiyatta kabaca absürt ve nedensiz olana Kafkaesk
denir. Bu kavram, ünlü yazar Franz Kafka'nın Dava ve Şato gibi
romanlarında yarattığı atmosferi anlatmak için kullanılır. Okurlar,
Kafkaesk olanda suçu değil, yalnızca cezayı görür. Romanın
kahramanı da neyle suçlandığını bilmez ama ceza çeker. Kafkaesk,
aslında yanlış bir biçimde 'suçsuz ceza' olarak yorumlana
gelmiştir. Öyle değildir. Çünkü suç vardır, sistemin yaratıcılarına
göre işleyen açısından her zaman bir suç vardır. Sadece suç,
kolektif vicdanda kabul görmeyeceği, yani suç olarak
nitelendirilmeyeceği için kamudan gizlenir. Peki, 'suçsuz ceza'yı
yönetebilecek durumda olan güç, 'cezasız suç'ın öznesi neden
olamasın? Başka sorum yok.
YENİ BİR DİNK VAKASI MI İSTENİYOR?
Sabri
Uzun, Emniyet içinde Emin Arslan ve Hanefi Avcı ile birlikte
hareket eden bir isimdi. Bu üç polis şefinin yakın olduğu bir diğer
isim de İsmail Çalışkan idi. Bu grubu, zaman zaman Çalışkan'ın da
katılmasıyla dörtlüye dönüşen 'üç silahşörler' olarak nitelendirmek
mümkün. Bu isimlerden en sert şekilde tasfiye edilen Hanefi Avcı
oldu. 2005'te Hanefi Avcı'nın görevden alınmasına anlam veremeyen
isimlerden biri de gazeteci Ali Bayramoğlu idi. Geçtiğimiz günlerde
bir site, Bayramoğlu ile ilgili dezenformatif bir yazı yayınlandı.
Bayramoğlu'nun Ermeni asıllı olduğunun öne sürüldüğü (Bildiğimiz
kadarıyla değil, ayrıca olsa bile ne önemi var) bir yazının
yayınlanması, bazı güçlerin Dink suikastı benzeri yeni bir olaya
ihtiyaç duyduğunu gösteriyor olabilir. Zira bu yıl, 2014 sürecine
giden yolda önemli bir dönemeç. Birileri 2014'te de, tıpkı 2007'de
olduğu gibi istedikleri olsun diye kimi karanlık olaylara göz
yumabilir, hatta sebebiyet verebilirler. Ali Bayramoğlu ile ilgili
yazıyı yayınlayan site, geçtiğimiz haftalarda beni de bir başka
şekilde hedef gösterdi. Bu tür sitelerin maksadı 'paralel devlet'
tahakkümüne karşı çıkan yazarları yıldırmak. Bilinmesi gereken en
önemli şey, bu yazıda anlatılan operasyonları kurgulayanlarla bu
tür yazıları yayınlatanların aynı çevre olduğu.